top of page

Çocuk ve Gölge

  • Yazarın fotoğrafı: Tuğbanur Eroğlu
    Tuğbanur Eroğlu
  • 23 Tem
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 16 Kas

ree

Bir Andersen masalı içimi öyle bir kıpır kıpır etti ki, bedenimle birlikte zihnimin ve yaratıcılığımın da mayıştığı bu yaz sıcağında beni harekete geçirdi. Güneş bu kadar delice parlıyorken, gölgeler de ister istemez koyulaşıyor.🌝 Hazırsanız başlıyorum:



ÇOCUK VE GÖLGE


BİR ZAMANLAR, der Hans Christian Andersen, kuzeyli, kibar, utangaç ve bilgili bir genç adam güneydeki sıcak ülkeleri ziyarete gitmiş. Güneyde güneş delice parlarmış ve gölgeler hep kapkaraymış.


Genç adam penceresinden sokağın karşısındaki bir eve bakarmış. Bir gün bu evin balkonunda, güzel bir kızın çiçekleri suladığını görmüş. Onunla konuşmak istemiş ama çok utanmış.


Bir gece, mumunun ışığı gölgesini karşı balkona düşürürken, şaka yollu “Git bakalım,” demiş gölgesine. Gölge gitmiş. Eve girmiş… ve onu terk etmiş.


Genç adam bu işe şaşırmış ama hiçbir şey yapmamış. Zamanla kendine yeni bir gölge edinip memleketine dönmüş. Gel zaman git zaman, yaşlanmış; bilgisi ve görgüsü artmış ama hiç başarılı olamamış. Hep iyilikten ve güzellikten bahsetmiş ama kimse onu dinlememiş.


Sonra bir gün, gölgesi geri dönmüş. Artık orta yaşlı bir adammış gölge. Zayıf, kara kuru ama pek şık. Adam hemen sormuş: “Sokağın karşısındaki eve gittin mi?”

“Tabii,” demiş gölge. Her şeyi gördüğünü söylemiş ama hepsi böbürlenmeymiş.


Adam sormuş: “Odalar, dağın tepesinden yıldızlı gökyüzünün göründüğü gibi miydi?”

Gölge ise yalnızca, “Tabii, tabii, hepsi vardı,” diyebilmiş. Aslında hiçbir şey görmemiştir; çünkü o yalnızca giriş holüne kadar gidebilmiştir.

“Eğer kızın yaşadığı odaya kadar gitseydim,” demiş, “ışık beni yok ederdi.


Ama gölge, şantaj ve benzeri işlerde usta, güçlü ve vicdansız biri olduğu için adamı tamamen egemenliği altına almış. Beraber yola çıkmışlar: Gölge efendi, adam da onun hizmetkârı olmuş.


Yolda, “her şeyi çok açık gören” bir prensese rastlamışlar. Prenses, gölgenin gölgesi olmadığını hemen fark etmiş. Ama gölge, adamı işaret ederek, “Asıl gölge o,” demiş. Ona özgürce dolaşması için izin verdiğini söylemiş.


Prenses bu tuhaf durumu, mantıklı bulmasa da kabul etmiş. Gölgeyle evlenmeye karar vermişler. Adam isyan etmiş ve gerçeği açıklamaya çalışmış. Ama gölge onun sözünü keserek, “Zavallıcık deli; kendini insan, beni de gölgesi sanıyor,” demiş.


Prenses, “Ne fena,” diyerek adamı acımasından, çektiği azaptan kurtarmak için onu ölüme mahkûm etmiş.

Ve böylece, prensesle gölge evlenirken, adam idam edilmiş.




Şimdi bu, olağanüstü zalim bir öykü.

Sonu aşağılama ve ölüme varan bir delilik hikâyesi.


Peki bu bir çocuk öyküsü mü?

Evet.

Dinleyen herkes için bir öykü.

Dinlediğinizde ne duyuyorsunuz peki?


Analiz;

Sokağın öte yanındaki ev: Güzellik Hanesi.

Güzel kız: Şiir Perisi.

Bunları gölgeden hemen öğreniyoruz.

Her şeyi çok açık gören prensesin de saf, soğuk akıl olduğu gayet açık.

Adam ve gölge, alegorik figürler değil.

Rüyalardaki gibi simgesel figürler, arketipler.

Bu iki figürün anlamı çok katmanlı.


Adam, uygar olan her şey — bilgili, kibar, idealist, nezih.

Gölge ise, nezih, uygar bir yetişkin olma sürecinde bastırılmış her şey.


Gölge, adamın engellenmiş bencilliği, itiraf edilememiş arzuları, hiç etmediği küfürler, işlemediği cinayetler.

Gölge, onun ruhunun karanlık yüzü.

Kabul edilmeyen, edilmesi istenmeyen yönü.


Ve Andersen’in söylediği şu:

Bu karanlık parça insanın ayrılmaz bir parçasıdır. İnkâr edilemez.

Eğer Şiir Hanesi’ne girmek istiyorsan, gölgenle birlikte girmelisin.


Adamın hatası, gölgesini izlememekte. Pencerede otururken gölgesi önden gidiyor. Adam da onu koparıp atıyor, “şakacıktan” onsuz gitmesini söylüyor. Gölge gidiyor. Şiir Hanesi’ne, yani tüm yaratıcılığın kaynağına. Adamsa dışarıda, gerçekliğin yüzeyinde kalıyor.


Bu yüzden ne kadar iyi ve bilgili olursa olsun işe yaramıyor. Çünkü kendisini köklerinden ayırmış. Gölge de aynı ölçüde çaresiz; giriş holünden ışığa çıkamıyor. Hiçbiri diğeri olmadan hakikate ulaşamıyor.


Yaşamının ortasında gölge adama geri dönünce eline bir fırsat daha geçiyor ama onu da harcıyor. Kendi karanlık yönüyle yüzleşiyor ama onunla eşit bir temelde buluşmak yerine, egemenliğini ona bırakıyor.

Teslim oluyor. Bir anlamda, gölgenin gölgesi oluyor.

Ve kaderi kaçınılmaz hale geliyor. Prenses onu öldürtüyor: zalimce ama adilce.


Andersen’in zalimliği, kısmen aklın zalimliği. Psikolojik gerçekliğin, radikal dürüstlüğün, bir davranışın ya da davranamayışın sonuçlarını görüp kabullenme isteğinin zalimliği.


Evet, Andersen’de sadist, depresif bir yan da var. Bu da onun gölgesi. Ama hepsi bu değil. Andersen, gölgesinin kendisine hükmetmesine izin vermiyor. Tam tersine, onunla işbirliği yapıyor. Gücü, inceliği, yaratıcı dehası işte buradan geliyor. Masalcı Andersen’in edebiyatın en büyük gerçekçilerinden biri olması, tam da bu yüzden.


Andersen bu öykü ile, gölgesiyle karşılaşıp onu kabul etmeyen kişinin kayıp bir ruh olduğunu söyler. Aynı zamanda, özellikle kendisi hakkında, sanat hakkında da bir şey söyler. Der ki; “Eğer Şiir Hanesi’ne girmek istiyorsanız, oraya etiniz kemiğinizle, katı, kusurlu, hantal, nasırlı, nezle olan, hırsları ve tutkuları olan gövdenizle, gölgesi olan bir gövdeyle girmek zorundasınız.


Eğer sanatçı kötülüğü görmezden gelirse, hiçbir zaman Işık Hanesine giremez.


Ursula K. Le Guin - Kadınlar Ejderhalar Rüyalar

Yorumlar


Yorum yapmak ve yeni yazılarımdan haberdar olmak için abone ol.🎋

  • Behance
  • Youtube
  • Instagram
  • Etsy

© 2025 by Tuğbanur Eroğlu

bottom of page