Zen’in Sanat ve Felsefeye Dair Sessiz Ögretisi
- Tuğbanur Eroğlu

- 9 Kas 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 16 Kas

“Tapınağa geldin, çayını içtin, şimdi yaşama dön.”
4 Zen ustası ile 4 gün boyu Dyads adı verilen bir teknik uyguladığımız sessizlik inzivasından sonra, hayat beni özü sadelik ve basitlik olan bu güzel kadim öğretinin ülkesine sürükledi. Her zamanki gibi bölüm sonu hazinem açıldı ve ödüllerimi topluyorum.
Burası Japonya’nın Kyoto şehrindeki Dünya’nın en büyük Zen tapınaklarından biri olan Kennin-Ji tapınağı. Yaşadığım deneyimle birlikte, daha önce bildiğimi sandığım bu öğretiyi buraya gelmeden önce tekrar araştırmaya başladım. Çünkü Zen Budizmi, karşımıza sosyal medyada ya da kitaplarda çıkan, üç dakikada okuyup “oha çok iyimiş” diye storyde paylaştığımız bir paragraflık kıssadan hisse keşiş ya da derviş hikayelerinden ibaret değilmiş.
Hatta hiçbir kişisel gelişim ya da öğretiyi, iki kitap okuyarak hayata entegre edemeyiz. O sebeple tüm problemlerimizden emin olmamıza, ne yapmamız gerektiğini bilmemize rağmen nasıl harekete geçeriz, uygulamaya koyup nasıl hayatımızda sürekliliğini sağlarız bunları beceremiyoruz. Çünkü kendi üzerine çalışmak çok sıkı bir disiplin gerektiriyor. O sebeple sorulan soruya şıp diye yapıştırılan, taşı gediğine koyan ve kişiyi azıcık da olsa düşünmeye sevkeden, bir kıvılcım çaktıran kıssadan hisse hikayelerin arka planında çok uzun saatler ve günlerce süren meditasyonlar, profesyonel teknikler ve yıllar boyu yaşanan tatlı-sert/acı deneyimler var. Ve o okuduklarımız ve anladığımızı sandığımız minik hikayeler deneyimlenmeden maalesef içselleştirilemiyormuş bir kez daha anlamış oldum. 4 gün de olsa deneyimleme şansına eriştiğim için çok mutluyum! Cosmoenergetica ile buna çok yakın derin farkındalık meditasyonlarını en az iki senedir disiplinle uyguluyor olsam da, bir soru ya da bir konu üzerine, çok uzun süre boyunca işi gücü bırakıp eğilmek çok farklı bir şey. Zaten tapınak ve ibadethaneler, inzivalar bu yüzden varlar. Oraya yapışıp kalmak için değil, bir sorunu çözmek için kısa bir süre kalmak için varlar. O sebeple inziva inziva koşturan insanların da bir durup tüketim çılgınlıklarını ve bağımlılıklarını spiritüel alana taşıyıp taşımadıklarını düşünmelerini tavsiye ederim.
O halde siz de hazırsanız kadim öğretileriyle hayatlarını şekillendirdikleri gibi, bu öğretiyi sanatsal çalışmalarına da bilgece yansıtmış bu kıskanılası milletin benimsediği felsefeye giriş yapıyorum. 💮
Zen, bir yaşam felsefesi olmanın ötesinde, insanın kendi iç dünyasıyla, yaşamın kendisiyle ve çevresiyle olan ilişkisini derinleştirmeyi amaçlayan bir anlayıştır. Zen, doğrudan, "an"da yaşamayı, her şeyin kendi yerinde tam olduğu bilincine varmayı savunur. Tapınağa girmek, çayı içmek, sonra hayatın akışına geri dönmek — işte bu, Zen'in özüdür. Stoacılığın doğu versiyonudur.
Zen'e göre yaşam bir tapınaktır; hayatın kendisi, en derin öğretiyi sunar. Tapınağa gelmek, hayatın karmaşasından bir süreliğine uzaklaşmak anlamına gelir. Burada bir inzivaya çekilir, düşüncelerle yüzleşiriz. Çay içmek, bedeni ve zihni yatıştırmanın, farkındalık düzeyini artırmanın bir yoludur. Ancak burada vurgulanan en derin anlam, yaşamdan geçici bir süre ayrılmak değil, tapınakta elde edilen bu farkındalığı günlük hayata taşımaktır. Zen, yaşamın ortasında, günlük rutinin içinde insanın ne kadar farkında olduğu, ne kadar anın içinde kaybolabildiği ile ilgilidir.
Zen, “olağan olanın içinde olağanüstü olana uyanabilme” becerisini geliştirmekle ilgilidir. Alan Watts’ın ifadesiyle, “Madde olanın manevi olandan koparılamayacağını, olağan ile olağanüstü arasında bir ayırım yapılamayacağını göstermektir Zen.” Ne kadar harika değil mi? Bilim ve ilimi, madde ve mânâyı birbirinden ayırmadan, “bilim bunu kanıtlamamış uleeeyn asla inanmam”. İnanan da salaktır.” demeden, ruhsal bir deneyim yaşayana deli gözüyle bakmayan, ruhsal bir deneyim yaşamış olmanın da çok abartılacak bir şey olmadığını, hayatın olması gereken yanlarından biri olduğunu görerek, tanrıya inanmayanı, ateist ya da günahkar olarak yaftalamadan herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabul etmek.
Bir Zen hikayesinde bu konu şu şekilde anlatılır;
“Ben aydınlanmadan önce dağlar dağ, ağaçlar ağaç gibiydi. Aydınlanmaya başlayınca ne dağlar dağ, ne de ağaçlar ağaç gibi değildi artık. Şimdi aydınlandığımdan beri dağlar yine dağ, ağaçlar yine ağaç gibi.” İşte inzivamızda tam da bu hikayeyi deneyimleyebildik.
Zen'in öne çıkardığı bir başka önemli konu ise "merkezcilik" anlayışıdır. Bu anlayış, hayatlarında olduğu kadar sanatlarıyla da girift bir haldedir. Batı düşüncesinde, özellikle Rönesans ile birlikte, sanat ve yaşamda belirli bir merkezleme yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Perspektif çizim tekniklerinde olduğu gibi, merkezden bir bakış açısı geliştirilmiş, her şeyin bir düzen içinde, bir merkezi hedef aldığı bir dünya görüşü benimsetilmiştir. Ancak Zen, bu merkezi bakış açısına karşı çıkar ve bir merkeziyetsizlik anlayışını savunur. Hayatta ve sanatta, özellikle doğuya özgü sanatlarda, merkez kayması ve merkeziyetsizlik görülür. Zen'e göre, her şeyin bir merkezi yoktur; her şey dağılmalı, bir bütün olarak kabul edilmelidir. Hayat da bu şekilde ele alınmalıdır. Her şey birbirine bağlıdır ve hiçbir şey diğerinden üstün değildir. Ayrıca resimlerinde kullandıkları altın sarısı renkler ya da sarı fon ulvi olduğundan ya da altınla tanrıları onurlandırmak için değil, ışığın yansımasıyla bulunulan odanın ışıklandırmasına katkı sağlamak için. Ne kadar ergonomik bir düşünce.
Zen Budizm’inde, aydınlanma ya da Satori, dünyadan elini ayağını çekmek anlamına gelmez. Aydınlanma, aslında sıradan olana bir uyanıştır. Bu uyanış, dünyadan kaçmak değil, yaşamı olduğu gibi kabul etmek ve ondan tam anlamıyla haz alabilmektir. Zen'in bakış açısına göre, mucize, suyun üzerinde yürümek değildir; mucize, dünyada yürümektir. Her anın içinde var olan gerçekliği görmek ve bu gerçeklikle bütünleşmektir mucize.
Zen’in bu derin felsefi anlayışını, Batılı düşünce ve sanatla karşılaştırmak, önemli bir bakış açısı değişikliğine işaret eder. Batı, genellikle hayatın anlamını ararken bir "merkeze" odaklanmışken, Zen, merkezi olmayan bir anlayışla, yaşamın her anını olduğu gibi kabul etmeyi ve ona dair farkındalığı artırmayı savunur. Zen’e göre, gerçek aydınlanma yaşamın içinde, sıradan olanda gizlidir. Bir kez bu farkındalığa ulaşıldığında, insan, hayatla uyum içinde bir varlık olarak var olabilir. Zen, yaşamı, sıradanlığı ve anı kutsar; yaşamı teorize etmeyi değil, deneyimlemeyi önerir.









Yorumlar