top of page

Ruhun Dönüşümü

  • Yazarın fotoğrafı: Tuğbanur Eroğlu
    Tuğbanur Eroğlu
  • 11 Şub
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 16 Kas

ree

“Size ruhun üç dönüşümünü anlatacağım: ruhun nasıl deveye, devenin aslana ve aslanın da çocuğa dönüştüğünü. Ruhun ağır yükleri vardır, güçlü, dayanıklı bir ruhun, içinde derin saygının barındığı: onun gücü, daima ağırı ve en ağırı ister. “Ağır olan nedir?” Böyle sorar dayanıklı ruh, deve gibi diz çöker ve iyi yüklenmek ister. “En ağır olan nedir, ey yiğitler?” diye sorar dayanıklı ruh, ki omzuma alayım ve memnun kalayım gücümden.


Şu değil mi: kibrini zedelemek için kendini alçaltmak? Hikmetiyle alay edebilmek için deliliğini ışıldatmak?

Ya da şu: içinde hakikat var diye kirli sulara dalmak ve soğuk kurbağalarla, sıcak kaplumbağaları hakir görmemek?

Ya da şu: bizi tahkir edenleri sevmek ve bizi korkutmak isteyen hayalete el uzatmak? Tüm bu ağırlıkları yüklenir dayanıklı ruh: kendi çölüne doğru hızla ilerler, yükünü alıp ilerleyen deve gibi. Fakat en ücra çölde ikinci dönüşüm gerçekleşir…


Aslana dönüşür ruh, hür bir ortam kurmak ve çölünün efendisi olmak ister. Son efendisini arar burada: onun düşmanı olmak ve zafer uğruna büyük ejderhayla güreşmek ister. Peki ruhun artık efendi ve tanrı olarak tanımadığı büyük ejderha nedir? Büyük ejderhanın adı “sen yapmalısın”dır. Oysa aslanın ruhu “ben isterim” der. “Sen yapmalısın” durur yolunda, altın kıvılcımlarıyla parlayan pullu bir hayvandır ve her pulun üstünde altın gibi bir “sen yapmalısın” parıldar.


Binlerce yıllık kıymetler bu pulların üstünde parıldar ve şöyle der ejderhalar içinde en güçlüsü: “Bende parıldar nesnelerin tüm kıymeti.” “Tüm kıymetler önceden yaratılmıştı ve yaratılmış kıymetlerin tamamı, işte benim. Sahiden ‘ben isterim’ olmamalıdır artık.” Böyle buyurur ejderha.


Kardeşim, ruh aslana niçin ihtiyaç duysun? Yük hayvanı neye yetmez ki, mütehammil ve saygılı? Yeni kıymetler yaratmak – buna aslan dahi muktedir olmuş değildir: yenisini yaratmak için kendine özgürlük yaratmak – işte buna yeter aslanın gücü. Kendine özgürlük yaratmak, kaçınılmaz görevler karşısında dahi mukaddes bir “hayır” diyebilmektir. İşte bunun için aslana ihtiyaç vardır. Yeni kıymetlere hak kazanmak. Bu dayanıklı ve saygılı ruh için “almaların” en korkuncudur. Hakikaten bu onun için bir gasp’tır ve yırtıcı bir hayvanın işidir. Vaktiyle en mukaddes şey olarak “sen yapmalısın”ı seviyordu: şimdi sevgisinden özgürlüğünü çalabilmek için, en mukaddes olanda bile hezeyan ve keyiflilik bulmak zorunda: bu gasp için aslana ihtiyaç vardır.


Fakat söyleyin bana kardeşlerim, aslanın yapamayıp da çocuğun yapabildiği nedir? Gaspçı neden bir de çocuklaşmak zorundadır?


Masumiyettir çocuk, ve unutkanlık, yeni bir başlangıç, bir oyun, kendiliğinden yuvarlanan bir çember, ilk hareket ve mukaddes bir “evet”tir. Evet, yaratma oyunu için kardeşlerim, mukaddes bir “evet” lazımdır: ruh, kendi iradesini ister, dünyayı kaybeden, kendi dünyasını kazanır.


Size ruhun üç dönüşümünden bahsettim: ruhun nasıl deveye, devenin aslana ve nihayet aslanın da çocuğa dönüştüğünü.


Böyle buyurdu Zerdüşt.


Kitabı çok severim. Defalarca açıp açıp okuduğum bir kitaptır. Fakat bazı hikayeler ancak hayatında, bilincinde bir izdüşümü varsa ruhuna dokunur. Sende bir anlam kazanır. Yıllar önce okuduğum bu hikayeyi tekrar okuduktan sonra da koşa koşa eve geldiğimi hatırlıyorum. Resmini yapmaya… Kafamdaki resmi yapmaya yine spontane başladım. Hem de bir ay önce çölden getirdiğim kumları üzerine yapıştıra yapıştıra. Çok kafamda kurguladığım gibi olmadı ama o heyecanımı yansıtıyor. O sıralar ben de deve gibi yüklendiğimden olsa gerek, çöl yolcusunun gölgesi deve yapmışım:) Şimdi ise bu hikayeyi bir aslan dolunayı arefesinde tekrar okuduğumda, gölgelerimle yüzleşip içimdeki aslanı ehlileştirdikten sonraki aşamayı inceliyorum:


Çocuk olmak metaforu bir çok öğretide geçiyor.

Çocuklar, koşullanmalar ve egosal kaygılar olmadan var olurlar. Ruhun çocuğa dönüşmesi, bu koşullanmaları aşarak özbenlikle uyumlanmak anlamına gelir. O yüzden meraklı gözlerle etrafı keşfeden bir çocuk görünce herkesin yüzünde illa ki bir tebessüm belirir. Derinlerinizde keşfedilmeyi ve yüzeye çıkmayı bekleyen bir parçadır bu. Fakat rasyonel bakış açılarımızdan sıyrılamadıkça bize sadece uzaktan el sallar bu his.


İslam tasavvufunda “çocuk gibi ol” düsturu, nefsin arındırılması ve teslimiyettir. Hristiyanlıkta da “Çocuklar gibi olmadıkça Tanrı’nın krallığına giremezsiniz” öğretisi bu dönüşümü anlatır. Simyada “yeniden doğuş” konsepti, ruhsal olarak ölüp saf bir benlikle yeniden doğmayı temsil eder. Hermetik öğretilerde de insanın, ilahi doğasını bulabilmesi için dünyasal ağırlıklardan kurtulması gerektiği öğretilir. Psikoloji buna “içsel çocuk” der.


Kadim öğretilerin yeniden ele alınıp bilimselleştirilmeye çalışılması elbette güzel; ancak zihin temelli bir sistem içinde, henüz 19. yüzyılda bilim dalı olarak kabul edilmiş ve kendi içinde hâlâ tam bir uzlaşmaya varamamış bir alanın, bu binlerce yıllık kadim bilgileri illa bilimsel kalıplara oturtmaya çalışması bana biraz anlamsız geliyor.


Neyse, konumuza dönelim; dönüşüm, bilgelikle birleşmiş bir çocukluk hâlidir. Yani deneyimlerin getirdiği farkındalığın içinde, saf ve özgür bir bilince ulaşmak. Ve bu yol her öğretide olduğu gibi “kendini bil”den geçmekte.  Ve bu bilme hali ise daha çok şey bilmek değil; her şeyin özündeki sadeliği yeniden görebilmekte yatıyor.

Deve sabrı, aslan cesareti, çocuksa yeniden güvenmeyi öğretiyor. Kendimize, ailemize, sevdiklerimize, dünyaya, kainata, mucizelere, masallara, güzel günleri göreceğimize güvenmeyi öğretiyor. Ruhun son dönüşümün, “artık oldum” demek değil; her şeye yeniden, merakla ve sevgiyle “evet” diyebilmek olduğunu, büyüdükçe küçülmek gerektiğini hatırlatıyor.

Büyüdükçe küçülebilmeyi öğrenebilmek dileğiyle.🌱


11 Şubat 2025




Yorumlar


Yorum yapmak ve yeni yazılarımdan haberdar olmak için abone ol.🎋

  • Behance
  • Youtube
  • Instagram
  • Etsy

© 2025 by Tuğbanur Eroğlu

bottom of page